Yarım kalmış hayatımı romantize etmek
Çünkü bazı hayatlar verimli olmak için değil, derinlemesine hissedilmek için yaşanır.
Bazı insanlar hayatlarına sanatın daha parlak, görünür ve çarpıcı halleriyle tanışık olarak başlar. Bale resitalleri, müzik dersleri, hafta sonu tiyatro kulüpleri… Ama bazıları için sanat hayatın içinde daha sessizce var olur. Annenin çamaşır katlarken mırıldandığı şarkılarda ya da babanın sevdiği bir şarkı başladığında gözlerini kapayışında belirir. İlk başta bunun sanat olduğunu fark etmezsin. Daha çok bir duygu gibi hissedilir. Derinlik gibi. Henüz kelimelere dökemediğin bir sır gibi.
Ben çocukken o yumuşak,gürültüsüz sanattan bir şeyler aldım sanırım, kendini duyurmayan ama her şeyi şekillendiren bir güzellik hassasiyeti. Kendime sanatçı demedim. Hâlâ demekte tereddüt ederim. Ama hayatta ilerleyişim, dikkat ettiklerim, oyalanıp kaldığım yerler... hepsi aynı akıntının izini taşır: küçük olana, gözden kaçan ama anlamlı olana duyulan bir sevgi.
Yani anlayacağınız, öyle inanılmaz sanatsal bir ailede büyümedim. Annem ev hanımı, ama arada sırada eline fırçayı aldığında gerçekten güzel resimler yapar. Babamsa Türk sanat müziğiyle yaşar, nefesini neyle bulur, sazını tıngırdatır, hala arkadaşlarıyla haftalık musiki meşklerine katılır. Hatırladığım ilk sanat oydu: yavaş, duygulu, derin.
Ama benim yolum net bir melodi gibi akmamıştı. Dört kişilik küçücük bir sınıfta felsefe okudum. Sorulara, anlama, cevapsız meselelere kafayı taktım. Üniversite yıllarında bir gün toprağa dokundum ve her şey değişti. Seramik benim dilim oldu. Önce bir ilgiyle başladı, sonra her şeyin yerini aldı. Kariyerim tamamen değişti. Akademik geleceği kovalamayı bıraktım; ellerimle çalışmaya, düşündüğüm şeyleri somutlaştırmaya başladım.
Yine de hiçbir zaman sadece tek bir şey olmadım.
Hiç tamamlamadığım ama hâlâ derinden sevdiğim her şeye bir aşk mektubu.
Biraz sulu boya yaparım, minik illüstrasyonlar. Ukulele ve biraz da gitar çalarım (iddialı değilim, sadece sevdiğim şarkıları çalmanın keyfi için). Caz, soul dinlerim, radyolarda asla çalmayan Spotify’da keşfedilmeyi bekleyen şarkılar... Not tutarım, gözlemler, yarım düşünceler, kafelerde yabancılardan duyduğum cümleler. Hazır olduklarında onları denemelere dönüştürürüm. Yavaş, sıkıcı sanat filmleri izlerim. Dikkatim dağılır, geri dönerim. Sessizliklerinde, bana açtığı düşünce alanında kaybolurum.
Eskiden başladığım her şeyi tamamlamam gerektiğini düşünürdüm. Şimdi bazı şeylerin hobi olarak kalmasına, yarım ama sevilen hâlleriyle var olmasına izin veriyorum. Çoğu enerjimi seramiğe veriyorum. En çok zamanımı ona ayırdığım için en çok onda gelişmişim. Ama farklı bir alan seçseydim, onda da iyi olacağımı düşünüyorum. Çünkü mesele yetenekte değilmiş; mesele özenmiş.
Bazen insanlar neden böyle melankolik zevklere sahip olduğumu sorgular gibi oluyor, neden tuhafça filmleri ya da kimsenin duymadığı ya da dinlerken içinin geçtiği şarkıları tercih ettiğimi...O hüzünlü şarkılar bir şekilde beni hep huzurlu ve tamamlanmış hissettiriyorlar. Neden bilmiyorum ama sanırım detaylara, yavaşlığa,ben burdayım diye bağırmayan şeylere çekiliyorum. Belki de bu bir tür mahremiyet. “Bu benim,” deme biçimi. Çünkü popüler kültürün gürültüsüne ait değiller, taşıdıkları duygular kişisel, sanki sadece benim bulmam için oradalar.
Belki sen de öyle hissediyorsundur.
Belki senin neşen de başkalarına anlamlı gelmeyen şeylerde saklı. Belki senin de deniz kabukları toplamak, kristaller ya da şık düğmeleri biriktirmek gibi hobilerin vardır. Sessizce, plansızca, sadece içini kıpırdattıkları için. Belki de tuhaf dillerde yazılmış kitaplar, antika kartpostallar, neredeyse çalışmayan eski film kameraları ya da unutulmuş seslere duyulan bir merakın vardır. Başkalarına biraz gereksiz, sana ise çok kıymetli gelen şeyler... Kendin gibi hissettirenler. Belki hep ana akımın dışında hissettin kendini, ama gürültülü bir şekilde değil, yumuşak, kendine özgü bir şekilde. Bence bu güzel bir yer. Orada sanat var. Orada hayat var.
Bu küçük şeylerden oluşan hayatı sevmeyi öğrendim.
Ve belki sen de seviyorsundur.
Geçenlerde Perfect Days adlı bir film izledim. O kadar yavaş, o kadar nazik ilerliyordu ki. Hayatı dışarıdan inanılmaz basit görünen bir adamı anlatıyor: Tokyo’da umumi tuvaletleri temizliyor, bitkilerine bakıyor, kaset çalardan müzik dinliyor ve eski bir film kamerayla gölgeleri fotoğraflıyor. Ama o sadeliğin içinde sessiz, kutsal bir ritmi var yaşamının. Nazik, bilinçli ve dolu dolu bir varoluş. Onun yaşama biçimini izlemek, benim de var olan küçük ritüellerimi hatırlattı: Kille geçirdiğim sessiz anlar, nereye gideceğini bilmeden yazdığım düşünceler, tek bir şarkının belki bütün günü renklendirmesi. Başkalarına sıradan görünebilir, hatta fark edilmeden geçip gidilebilir. Ama bunlar beni bir arada tutan parçalar. Beni ben yapan şeyler.
Sanırım artık buna inanıyorum: Anlamlı bir hayat her zaman gösterişli, yüksek sesli ya da büyük başarılarla dolu olmayabilir. Bazen sadece küçük, kusurlu, kişisel ritüellerden oluşur. Bizi köklendiren, hatırlatan, yansıtan şeylerden.
Perfect Days’i tam da doğru zamanda izlediğimi düşünüyorum. Sessiz, kırılgan bir dönemde, kaybolmadığımı hatırlamaya ihtiyaç duyduğum bir anda. O yaşlı adamın günlerinin ritminde kendi sessiz hayatımdan parçalar buldum. Çünkü seramik öğretirken her zaman huzurlu, yaratıcı bir enerji paylaşmak mümkün olmadı. Bazen insanlar huzur bulmaya değil, kendi gürültülerini yansıtmaya geldi. Ortamı domine eden, ağırlığını getiren, hakkıymış gibi davranan insanlar. Öyle günler sanatla uğraşıyormuş gibi değil de tuvalet temizliyormuş gibi hissettiriyordu.
Ama Perfect Days bana neden bu yolu seçtiğimi hatırlattı: Yavaş güzellik için, sessiz ritüeller için, görünmez ama dopdolu olan o his için. Sessiz bir hayat belki gösterişli olmayabilir, ama benim. Ve belki de bu kadarı yeterlidir.
Daire 19’dan sevgiler
Betül
uzun zaman önce izleyip kendimi buldum diyebileceğim bi filmdi kendisi. izleyip bir de üstüne İNANILMAZ bir yazı yazman… ağlayacağım. yazdığın birçok şeyi hissediyormuşum meğersem.
her bir kelimesini içimde hissettim. aynı duyguları paylaşıyoruz. hepimizin bu kadar anlamlı bir hayatı olur umarım <3